Karşı tarafta öfke hissettiğimiz için taraf olduğumuz yapıdaki hataları göz ardı edersek, bireysel adalet anlayışımız bizi gerçek adaletten uzaklaştırır. Bu, adaletin tarafsız ve kapsayıcı ruhuna karşı işlenen bir hata olur ve toplumsal adaletin temellerini sarsar.
Bireysel adalet anlayışımız, çoğu zaman kendi deneyimlerimiz, inançlarımız ve değer yargılarımızla şekillenir. Bu durum, kendi görüşümüzü destekleyen kanıtları kabul etme ve karşıt görüşleri reddetme eğilimine yol açabilir. Ancak bu yaklaşım, toplumsal adaletin daha geniş çerçevesini göz ardı eder. Toplumsal adalet, bireysel adaletten farklı olarak, toplumun tüm üyelerinin hak ve çıkarlarını dikkate alır. Bu, her bireyin adalet anlayışının, toplumun genel yararını ve hakkaniyeti de göz önünde bulundurması gerektiği anlamına gelir.
Karşı tarafta öfke hissetmek, özellikle siyasi ve sosyal konularda sıkça karşılaştığımız bir durumdur. Ancak, bu öfkeyi adalet arayışımızın bir parçası yapmak, bizi gerçek adaletin yolundan saptırabilir. Karşı taraftaki hataları sürekli dile getirirken, taraf olduğumuz grup ya da kişilerin hatalarını göz ardı etmek, adaletin tarafsız ve kapsayıcı ruhuna zarar verir.
Gerçek adaletin sağlanabilmesi için, bireysel önyargılarımızı aşmak, empati kurmak ve daha geniş bir perspektiften bakmak önemlidir. Adalet, sadece bireysel bir hak arayışı değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluktur. Bireyler olarak, toplumsal adaletin sağlanmasına katkıda bulunmak için, kendi içimizdeki önyargıları ve öfkeleri aşmalı ve daha objektif bir yaklaşım benimsemeliyiz. Bu şekilde, adaletin gerçek anlamını kavrayabilir ve toplumun daha adil bir yapıya kavuşmasına yardımcı olabiliriz.