Bugünden konuşalım seninle. “Eskiden biz böyleydik” demeyeceğim. Çünkü bugün sensin, yarın da senin attığın adımlarla şekillenecek. Hayatın yükü de imkânı da artık senin omuzlarında, senin kararlarında. O yüzden bu satırlar, sana ayna tutmak ve kendini biraz daha yakından görmen için aslında…
Gençlerin hikâyeleri birbirinden farklı. Kimisi ergenlik çağında bir işin ucundan tutuyor. Mesela, anadolu’da sabah ezanıyla bağa, bahçeye, fındığa giden; tatillerde çay toplayan; şehirde okul tatillerinde kafede, mağazada çalışan gençler var. Onlar için emek, hayatın olağan ritmi. Ter, para ve saygı arasında görünmez bir bağ kuruyorlar. Bir başkasıysa “daha çocuk” diye korunuyor, önüne çok şey kolayca konuyor. Bu iki tablo her gelir düzeyinde var; mesele para değil, hayata temastaki derinlik.
Erken çalışanların kazancı sadece harçlık değil. İletişim kurmayı, zamanı yönetmeyi, bir işi baştan sona taşımayı, hata yaptığında toparlamayı öğreniyorlar. Yani özgüven, sorumluluk ve kimlik duygusu güçleniyor. Ama burada da ayrımlar var: Sadece verilen görevi yapanlar, görev içinde kendini geliştirenler, bir de işi geliştirip sisteme katkı koyanlar. Üçüncü grup, yarınını bugünden kuruyor.
Korunarak büyüyenlerin dezavantajı, hayatın sertliğine geç temas etmeleri. Fakat bu bir kader değil.
Bilinçli bir yüzleşme ve iyi kurgulanmış küçük adımlarla açığı kapatmak mümkün. Yeter ki “başlamak” bir slogandan ibaret kalmasın; neye, nasıl ve hangi sırayla başlayacağını bil.
Bazı gençler iş beğenmiyor. En kolay işte bile mutsuzluk, bahane ve erteleme. Bazıları da “idare eder” çizgisinde, ne ileri ne geri; monoton ve iddiasız. Oysa bir grup, işi “gelecek” olarak görüp elinden gelenin en iyisini yapıyor; küçük işte büyük ciddiyetle duruyor. Farkı yaratan tam da bu: Değer üretme niyeti. Çünkü basit görünen işlerde de değer ürettiğinde, çevrenin sana bakışı değişiyor; güven birikiyor, fırsat kapıları birer birer aralanıyor.
Hırs burada belirleyici. Hırsını başkalarının omzuna basmak için kullanırsan, hızla yükselsen bile güveni tüketirsin. Güven bittiğinde, zirve yalnızlıktır. Hırsını emek, plan ve sabırla terbiye edersen; kimseyi ezmeden, değer üreterek ilerlersin. Bu yol yavaş gibi görünür ama sürdürülebilirdir; ilişkilerin, itibarı ve iç huzurun ayakta kalır.
Zaman meselesi can yakıcı. Hayaller, adım atılmadıkça zihin çöplüğünde birikir. Erteleme, zihnin kendini koruma numarasıdır: Zoru yarına iteledikçe vicdanın bugün rahatlar, yarın daha ağır bir yükle uyanırsın. “Keşke”ler büyüdükçe, hareket alanın daralır. Zaman ise geri dönmez.
Belki şu an “Ben zaten biliyorum” diyorsun. Ama dur, dur az bi nefes al dinle 🙂
İki yıl önce düşündüklerinle bugün düşündüklerin aynı mı? İki yıl önce “kesin yaparım” dediğin şeylerden hangisini yaptın? Beş yıl sonrası için bugünden hangi tohumları ekiyorsun? Ve o beş yıl sonra, senin için gerçekten önemli mi? Kendine dürüstçe cevap ver. Çünkü yönünü sessizce değiştiren, bu küçük dürüstlüklerdir.
“Başla” demek tek başına yetmiyor, haklısın. Neye başlayacaksın, nasıl başlayacaksın, neyi bırakacaksın? İşte bunun için sağlam bir zemin kurmak gerek.
Önce ne istediğini keşfet. “Ne istiyorum?” sorusu soyut kaçabilir; onu üç soruya indir:
- Gerçekten merak ettiğin ve yaparken zamanın aktığını fark etmediğin şey ne?
- Yeteneğinin veya gelişmeye açık yönlerinin daha hızlı ilerlediği alan hangisi?
- Bugünün imkân ve şartları içinde küçük de olsa harekete geçebileceğin somut alan neresi?
Bu üçü kesiştiğinde yol haritan belirir. Kesişim dar geldiyse sorun değil; üçünden ikisini tuttur ve üçüncüsünü irade ile tamamla. Merakın ve yeteneğin var, fırsat yoksa fırsatı üret: staj, gönüllülük, mikro projeler. İmkanın var, yeteneğin eksikse geliştir: kısa sertifikalar, ustasının yanında üç ay, her gün bir saat düzenli pratik. Merakın zayıfsa, keşfetmeye alan aç: iki ay boyunca her hafta sonu başka bir işe tanıklık et; gözlem yap, not tut, ardından ele.
Sonra gerçekçilik. Hayali küçült demiyorum; hayalin çatısını taşıyacak kolonları somutlaştır diyorum. Bir hedef, onu taşıyan haftalık ritim olmadan sürüklenir. “Her gün 45 dakika İngilizce konuşma pratiği”, “Haftada iki gün usta yanında gözlem”, “Her ay bir portföy işi” gibi ritim koy. Ritim, disiplini görünmez acıya dönüştürür; bir süre sonra bedenin o saati bekler.
Şikâyeti azalt. Şikâyet, duygunu geçici rahatlatır; enerjini, iradeni ve çevrenden göreceğin desteği sessizce tüketir. Şikâyetin yerine tespit + teklif koy: “Şu kısım zor, şöyle kolaylaştırabiliriz.” Bu cümleyi üç ay üst üste kuran birinin iş yerinde görünmez sınıf atladığını izle.
Kıyaslamayı bırak. Başkasıyla kıyas, seni ya kibire ya ezilmeye iter. İkisi de öğrenmeyi boğar. Kıyaslayacaksan, dünkü halinle kıyasla: “Dün bilmediğim şu kavramı bugün biliyorum.” Bu “mikro ilerleme” hissi motivasyonu besler.
Kayıt tut. Ne öğrendin, nerede tökezledin, neyi değiştireceksin? Haftalık 20 dakikalık bir “kendine toplantı” disiplini kur. Günlüğe iki sayfa yetmezse bir sayfa yaz; önemli olan ritim. Bu tutanaklar, iki ay sonra gözünün önünde birikmiş gerçek veriye dönüşür; “neden olmuyor”u somutlaştırır, “buradan deneyelim”e kapı açar.
Çevreni düzenle. İlişkiler, en büyük hızlandırıcı ya da yavaşlatıcı. Seni tembelliğe çeken, sürekli şikâyet üreten ortamları nazikçe azalt; üretmeye ve öğrenmeye açık iki kişi bul, temasını artır. Sosyal sermaye, iş ilanı linkleri değil; güven ve birlikte üretme kapasitesidir. Güven için önce küçük sözlerini tut; sonra büyüklerini.
Finans disiplini kur. Türkiye’nin ekonomik gerçeklerinde en büyük sabotaj, dağınık para akışıdır. Az kazanırken bile yüzde beşlik erken tasarruf disiplini kur; gelir artınca oranı artırırsın. Borçla “imaj” satın alma; imajın yükü, omzunda görünmez bir zincirdir. Birikimin ilk amacı zenginlik değil, hareket alanıdır: “Evet” demek kadar “hayır” diyebilmeyi satın alır.
Dijital okuryazarlık eşiğini geç. Alanına göre iki temel aracı “iyi” seviyede öğren: biri üretim (ör. Excel/Sheets, tasarım, kod, CRM, video), biri iletişim (ör. yazma, sunum, raporlama). Portföyünü küçük ama görünür yap: Üç iyi iş, on yarımdan iyidir. Görünürlük, tesadüf değil; kasıtlı sergidir.
Gönüllülük ya da mikro-staj yap. “Bedava çalışmayayım” itirazını anlıyorum; ama yönlü ve süreli bir gönüllü çalışma, iki ayda sana üç yılın network’ünü kazandırabilir. Bedelini değil, kazanımını netleştir; süre koy, çıktı koy, referans iste.
Ama biliyorum, herkesin hayatı aynı değil. Okuyamayan, okuyamamış ya da okumuş olsa bile masa başında değil, beden gücüyle çalışacak çok genç var. Bu gerçek göz ardı edilmemeli. Çalışmak illa İngilizce bilmek, bilgisayar programı öğrenmek ya da tasarım yapmak demek değildir. Çalışmak bazen sabahın köründe şantiyeye gitmektir, pazarda tezgâh açmaktır, fabrikada vardiyaya girmektir. Bu işler hafife alınacak değil; aksine hayata en hızlı şekilde temas eden alanlardır.
Eğer sen de böyle bir işin içindeysen ya da bir gün mecbur kalırsan, unutma: Değer üretmek için illa “yükseklerde” olman gerekmiyor. Beden gücüyle çalışsan da aynı disiplin geçerli. İşine zamanında gitmek, görevini tam yapmak, küçük de olsa işi geliştirmenin yolunu aramak sana güven kazandırır. O güven, bir ustanın yanında daha fazla sorumluluk almanı sağlar. Bir ustanın gözüne girmen, bir gün kendi işini kurmanın kapısını açabilir.
Hayat bazen seni istediğin yere değil, mecbur olduğun yere sürükler. Ama mecburiyetin içinde bile bir yol vardır. “Nasıl olsa böyle gidecek” deyip kendini bırakmak yerine, o an yaptığın işin en iyisini yapmaya çalış. Çünkü hiçbir iş sonsuza kadar aynı kalmaz; değişimi fark edip, değişim içinde adım atan ayakta kalır. Sen de hangi iş olursa olsun, o işin sana kattığını görmeye çalış: Dayanıklılık, sabır, iletişim, düzen, alın terinin değeri… Bunlar, hayatın hangi alanına gidersen git, sana yol gösterir.
Eğer evlenmişsen ya da evlenmeyi düşünüyorsan, artık sadece kendin için değil, başkaları için de sorumluluk alıyorsun demektir. Aile kurmak, hayatına yeni bir boyut kazandırır. Eşin, çocukların ya da sana güvenen insanlar… Onların gözü senin adımlarında. O yüzden “bekleyelim, şartlar uygun olunca başlarız” düşüncesi, aslında hayatı ertelemekten başka bir şey değildir. Çünkü zaman, hiçbir zaman tam uygun olmaz; ama sen adım attığında şartlar yavaş yavaş uyum sağlar.
Burada önemli olan, adımı küçümsememek. İş bulmak için yıllarca beklemek yerine, yapabileceğin işten başla. Ufak bir gelir bile sana ve ailene nefes aldırır. İşin küçük ya da büyük olması değil, seni ileriye taşıması önemlidir. Bir markette çalışmak, bir atölyede çıraklık yapmak, bir ustanın yanında işi öğrenmek… Bunların hepsi basamaklardır. İlk basamağa çıkmadan üst kata varılmaz.
O yüzden “yarın yaparım” deme. Eğer hayatında sorumlulukların varsa, beklemek lüksün yok. Adımını bugünden at; işin adı ne olursa olsun. Çünkü küçük adımlar bile seni ve yanında olanları güvenli bir geleceğe götürür.
“Kimse kimseye hayat vermiyor.” Bu cümle sert ama gerçek. Sana verilenlerin çoğu, verene göre kurgulanır. Bu kötü niyet demek değil; insan doğası. O yüzden gelenleri kendi yararına yeniden şekillendirmeyi bil. Bu, menfaatçilik değil; hayatı omzuna almak. Gelen teklifi sorularla netleştir; sınır koy; “Şunu yaparsam ben ne öğrenirim, ne birikir?” diye bak. Kazanımını yaz; ölç; kararını buna göre ver.
Evlilik, aile kurma, büyük şehirde ayakta kalma gibi başlıklar işin zorlu tarafı. Barınma pahalı, ulaşım yorucu, rekabet yüksek. Tam da bu yüzden plan + ritim + çevre üçlüsü kritik. Plan, nereye gideceğini söyler; ritim, her gün oraya yürütür; çevre, yolun taşlarını çekip önünü açar. Bu üçü bir araya geldiğinde, zor şartlar elbette zor kalır ama seni yenemez.
Kendine tekrar sor: Ne istiyorum? Dışarıdan gelen gürültüyü kıs. İki haftalığına sosyal medyada “pasif tüketimi” azalt, “aktif üretimi” artır. Günde 30 dakika üret; bu bir metin, ufak bir video, iki paragraf not, bir sayfa kod, üç satır rapor olabilir. Ürettiklerin, içindeki sesi büyütür; dışarıdan beklediğin alkışa bağımlılığı küçültür.
Bir de şu ayrımı koy: Haz ile keyif aynı şey değil. Haz hızlı gelir, çabuk kaçar; keyif emekten doğar, kalıcıdır. Çalışmanın verdiği keyfi keşfettiğinde, motivasyonunu dışarıdan değil, içerden beslemeye başlarsın. Bu, uzun maratonların tek sürdürülebilir yakıtıdır.
Yol boyunca hata yapacaksın; bu kaçınılmaz. Hata, karakterini değil, yöntemini anlatır. Yöntemi düzeltmek için veriye bak: Ne yaptım? Ne sonuç aldım? Ne değiştireceğim? Üç soruyu her hafta kendine sor; bu, kendi hayatının “geri bildirim döngüsünü” kurmaktır. Döngüyü kuran, gelişmeyi istisna olmaktan çıkarır.
Bugüne kadar eksiden başlamış olabilirsin. Bu, yarının yönünü belirlemez. Yönünü belirleyen, şimdi ne yaptığındır. Büyük sözlere gerek yok; küçük ama istikrarlı adımlar yeter. Üç ay sonra gözünle göreceğin fark, bugün alacağın küçük kararlarda saklı.
Eğer bu satırları buraya kadar okuduysan, zaten içindeki kıvılcımı fark etmişsin. O kıvılcım sönmesin diye küçük bir çerçeve bırakıyorum: Önümüzdeki 8 hafta için bir ritim seç. Haftada iki gün üretim, bir gün öğrenme, 20 dakika öz-değerlendirme. Sekiz haftanın sonunda bir çıktı hedefi koy: bir portföy, bir mini rapor, küçük bir proje, üç referans mesajı. Bittiğinde yalnızca bir dosyan değil; güvenin, dilin ve yönün değişmiş olacak.
Geleceğini kimse getirip önüne koymayacak. Ama sen, gelenleri kendi yararına çevirmeyi, gelmeyenleri de adım adım inşa etmeyi öğrenebilirsin. Kapıları bazen çalarak, bazen kendin yaparak açacaksın. Ve evet, buna bugün başlayabilirsin; neye başlayacağını artık biliyorsun. Çünkü “ne istediğin”i daha berrak görüyor, “nasıl”ını da adımlara döküyorsun. Geriye, ritmi tutmak kalıyor.
Aslında ben seni anlıyorum. Bu yazdıklarımın dışında yazmadıklarım da var; çünkü insan bazen söze dökmeden de anladığını hissettirir. Yıl kaç olursa olsun, jenerasyon hangisi olursa olsun, bazı şeyler hep aynı kalır. Ben senin yaşadıklarının çoğunu bir şekilde yaşadım; belki başka bir şehirde, belki farklı bir renkte, belki yağmurlu bir havada… Ama sen benim yaşadıklarımın toplamını henüz yaşamadın 🙂
Bu sözlerimin ne demek olduğunu, neden böyle bir paylaşım yapma gereği hissettiğimi, sen de benim yaşıma geldiğinde çok daha iyi anlayacaksın. Ve işte o zaman, bugün attığın adımların değerini daha derinden kavrayacaksın. O yüzden, kendine güven, adımını erteleme ve yolunu kendi emeğinle çiz.
“Unutma, hayat sana değil; sen hayata yön verirsin.”