O gün okulda, Mergen en sevdiği kitabı getirmişti: “Yıldızlara Sorulan Sorular”.
Teneffüste kenarda oturmuş kitabını inceliyordu.
Biraz ötede sınıf arkadaşı Defne, yere düşen su şişesini almak için eğilmişti.
O sırada başka bir çocuk Defne’ye gülümsedi, ama Defne hiç tepki vermedi.
Sonra küt diye sandalyeye oturdu.
Mergen bunu görünce kendi kendine mırıldandı:
— Ne kaba davranıyor! Gülümseyene karşılık bile vermedi. Bir teşekkür yok, bir selam yok...
Tüm gün boyunca Defne’ye uzaktan baktı.
Onun “soğuk” biri olduğunu düşündü.
Akşam evde annesi, “Bugün okulda neler oldu?” diye sorduğunda Mergen,
— Biri var sınıfta, çok bencil bence, dedi.
O gece yıldızlara bakarken Bilge Baba yine geldi.
— Sanırım birini gözlerinle yargıladın, kalbini unuttun, dedi yumuşakça.
— Gel, seni Bilgelon’un bir derinliğine götüreyim.
Birlikte yıldızlardan birine bastılar ve bir odanın içine ışınlandılar.
Oda bir tür “gönül aynası odası”ydı.
Ortada dev bir ayna vardı ama sadece kalpten gelenleri gösteriyordu.
Bilge Baba bir düğmeye bastı.
Ayna, Defne’nin gününü göstermeye başladı.
Defne sabah uyanmış, annesinin sesiyle hazırlanmıştı.
Ama annesi o gün çok sessizdi. Çünkü Defne’nin dedesi hastanedeydi.
Okula geldiğinde kimseye belli etmek istememişti.
Su şişesini yere düşürmüş, ama eğilirken “şimdi ağlayacağım” diye düşünmüştü.
Gülümseyen çocuğu görmemişti bile; aklı, dedesinin ellerindeydi.
Mergen aynaya bakarken yutkundu.
— Ben... Onu hiç tanımadan, sadece gördüğümle karar verdim.
Bilge Baba elini Mergen’in omzuna koydu.
— Göz bazen sadece yüzü görür, ama kalp derinlikleri duyar.
Mergen defterini çıkardı. Titreyen kalemiyle yazdı:
“Herkesin görünmeyen bir hikâyesi vardır.”
Sabah okula gittiğinde Defne’nin yanına oturdu.
— Eğer konuşmak istersen, seni dinleyebilirim, dedi sessizce.
Defne gözlerinin dolduğunu saklamaya çalıştı ama sonra fısıldadı:
— Dedem hasta... Beni fark ettin mi?
Mergen başını salladı.
— Artık seni sadece gözümle değil, kalbimle de görebiliyorum.